
Artık böyle bir insan, şu sonsuz âlemde cismiyle bir zerre gibi küçük de kalsa, istekleriyle, ihtiyaçlarıyla, iman ve teslimiyetiyle bir şems-i Sermed ister. Yani, onun varlığı bir ışık huzmesi ise, onu terbiye eden Rabbinin varlığı ezelî ve ebedî bir güneş gibidir. Sönmeye mahkum olan bu ışık huzmesi ancak daimi bir güneş ister. O’nun, kendisini ölümünden sonraki ebedî hayat yolculuğunda da rahmetiyle korumasını, daha büyük ihsanlara mazhar kılmasını talep eder; ruhu ancak böylece tatmin olur.
Demek oluyor ki, insan maddeten küçüklüğü ile birlikte, bütün kâinatla münasebeti bulunması ve bu münasebeti bilecek, tartacak ve ona karşı şükür ve hayret edebilecek yüksek bir mahiyet taşıması cihetiyle büyük bir âlem gibidir. Bu önemli noktayı Üstad Bediüzzaman Hazretleri şöyle nazara vermektedir:
"Hem deme ki: ‘Ben hiçim; ne ehemmiyetim var ki, bu kâinat, bir Hakîm-i Mutlak tarafından kasdî olarak bana teshîr edilsin, benden bir şükr-ü küllî istenilsin?’ Çünkü sen, çendan nefsin ve sûretin itibâriyle hiç hükmündesin, fakat vazife ve mertebe noktasında, sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudâtın belâgatlı bir lisân-ı nâtıkı ve şu kitâb-ı âlemin anlayışlı bir mütâlâacısı ve şu tesbih eden mahlûkatın hayretli bir nâzırı ve şu ibâdet eden masnuâtın hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin.”(Sözler, Yirmi Üçüncü Söz)
Okunma Sayısı : 10708
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder